Bir Seyyahın Gezi Notları / Ümmi’den Mektuplar 4

“İyi İnsanlar Harabede Gömülü Hazineye Benzerler!”

Muhterem Efendim!
En içten hürmetlerimi, derin saygılarımı Zat-ı âlilerinize bildirir, hasretle ellerinizden öperim. Yakın bir zamanda gül cemalinizi görmek için yanınıza gelmeye sabırsızlandığımı bilmenizi de isterim. Efendim, henüz yeni bir seyahatten dönmüş bulunmaktayım, yaşadığım olayın tesirini atlatır atlatmaz da size değerli yorumlarınızı almak için bu mektubu yazıyorum. Olayı aşağıda hikâye ediyorum.

En içten hürmetlerimi, derin saygılarımı Zat-ı âlilerinize bildirir, hasretle ellerinizden öperim. Yakın bir zamanda gül cemalinizi görmek için yanınıza gelmeye sabırsızlandığımı bilmenizi de isterim. Efendim, henüz yeni bir seyahatten dönmüş bulunmaktayım, yaşadığım olayın tesirini atlatır atlatmaz da size değerli yorumlarınızı almak için bu mektubu yazıyorum. Olayı aşağıda hikâye ediyorum.

En içten hürmetlerimi, derin saygılarımı Zat-ı âlilerinize bildirir, hasretle ellerinizden öperim. Yakın bir zamanda gül cemalinizi görmek için yanınıza gelmeye sabırsızlandığımı bilmenizi de isterim. Efendim, henüz yeni bir seyahatten dönmüş bulunmaktayım, yaşadığım olayın tesirini atlatır atlatmaz da size değerli yorumlarınızı almak için bu mektubu yazıyorum. Olayı aşağıda hikâye ediyorum.

“Bendeniz âdetim olduğu üzere yine çantama tasımı tarağımı toplamış sefer niyetiyle seyahate çıkmıştım. Hakk’a duam ise öğrettiğiniz gibi, Nebi (s. a. v) duası “Bana eşyanın hakikatini göster, hayretimi arttır Ya Rabbii” idi. Bir kaç gün kendimle idim, sonra bir kervana rast geldim ve bende onlara katıldım, Hicaz diyarlarına gidiyordu bu kervan. İçinde her fıtrattan, her dinden zengin ve fakir insanlar vardı. Kervan istirahat için konakladığında herkesle ve her fikirle mülaki olabilmek için sürekli grup halinde oturanların yanına gidip, sohbetlerine iştirak ediyor ve yeni şeyler öğrenmeye gayret ediyordum. Zira sizin de hep dediğiniz gibi en güzel dua, fiili duadır. Kul çalışıp çabalar, sonra tevekkül eder. Benim aradığım varlığa bakışımı değiştirecek, beni bu suflî 5 duyu zindanından kurtarıp ulviyetin uçsuz bucaksız cennetvâri âlemlerine firak ettirecek, gönlüme marifet kandili yakacak sohbetlerdi. Fakat bir türlü aradığım sohbeti bulamıyordum. Bir yandan da yılmadan bıkmadan aramaya devam ediyordum. Her tuluğ-u şems bir umut ışığı yakıyordu gönlümde ve her gurub-u şems de bu yerini hüzne bırakıyordu. Tam 2 hafta olmuştu ve kervandan ayrılma vakti yaklaşıyordu ki, kervanda daha önce de gördüğüm fakat üzerinde ki pejmürde kıyafetlerden ve sessiz sakin tavırlarından dolayı pek de itibar etmediğim bir adam dikkatimi çekti. Sakalsız, bıyıksız, bembeyaz saçları omuzlarına dokunan, tahminen 55-60 yaşlarında uzun boylu, ne zayıf ne kilolu ama heybetli biriydi. Yolculuk boyunca arada sırada görüyordum, fakat pek de dikkate almıyordum, daha doğrusu aradığım hakikat güneşi için kıymetli vaktimi bir deve çobanının boş ve cahilce sözlerine heba edemezdim. Hem aradığım muhteşemliklerin bu basitlikte bir meczupta ne işi vardı? Aklıma, sık sık hatırlattığınız “Harabat ehlini hor görme zâkir, defineye malik viraneler var.“ mısrası geldi. Bin bir ümit ve şevkle çıktığım bu seyahatte yoğun geçen arayışlardan eli boş döneceğim korkusu ve yorgunluğu iyice ümitlerimi kırmıştı. “Sanki ne olacak!” diyerek ve birazda çaresiz, yanına gidip oturdum. Yanına gelmeme hiçbir tepki göstermemesi, açık söyleyeyim gururuma dokundu. Şu bile beni görmezden geliyorsa, aradığım Sultanları nasıl bulacaktım ki? Herhalde uyuyakaldı, görmedi diyerek ses edeyim dedim.

– Merhaba emmi, dedim. Adam yine hiç aldırış etmedi, cevap vermedi hatta yüzüme bile bakmadı. Biraz sinirle sesimi yükselterek tekrar, merhaba babalık, dedim. Kafasını yerden kaldırması ve gözlerini gözüme dikmesiyle büyük bir ürperti ile yere kapaklandım. Bu pejmürde kıyafetli garip adamın gözlerindeki heybet ve yüzündeki ciddiyet beni öyle bir sarstı ki o korkuyu ve içimdeki ürküntüyü tarif edemem.

– Merhaba oğlum, dedi. Gayet sakin ve babacan bir ses tonuyla, sonra tekrar kafasını eğdi önüne.

Bir süre üzerimdeki şokun ve titremenin geçmesini bekledim, zira o anın kelimelerle resmini çizmekte güçlük çekiyorum hala, fakat şu an bunları yazarken bile hissedebiliyorum. Biraz sonra kervanın hareket ettiği söylendi, herhalde o şaşkınlık anımın etkisiyle emminin gidişini fark edememişim. Ben de olduğum yerden kalkıp yarı şaşkın halde  yola devam etmek için kervana katıldım. Fakat bu sefer artık gözüm bu adamın üzerindeydi, beni bu kadar dehşete düşüren bakışların sahibinde ne vardı da beni böyle etkiledi. Gözüm üzerindeydi, adamın yol boyunca bir tek kelime ettiğini görmedim. Çenesi göğsünde gözünü yerden kaldırmadan yürüyor ve bazen de dudaklarını oynatıp duyamadığım tonda bir şeyler mırıldanıyordu. Bir sonraki mola yerine varmıştık, hava kararmak üzereydi, çadırları kurup yemekleri yedik ve herkes istirahat için hazırlanıyordu. Akşam Namazına gittiğini gördüm, peşine takıldım. Namaz boyunca gözümü üzerinden ayırmadım, sanki ben hiç yokmuşum gibi tepki göstermiyordu. Namazı eda ettikten sonra, cesaretimi toplayıp ellerini öpmek için hamle yaptım.

– ALLAH kabul etsin emmi, deyip ellerini tuttum. Elini öptürmemeye çalıştıysa da biraz direnip öptüm ve muhabbet etmek istediğimi bildirdim. Biraz duraklayıp;

– Sağolasın oğlum, Mevla razı olsun, deyip peşinden gelmemi işaret etti. Takip ettim, kervandan uzaklaştık biraz, ufak bir tepenin üzerine çıkıp karşılıklı oturduk. Gaz lambamızı da yanımıza koyduk, zira karanlık olanca korkutuculuğuyla bu uçsuz bucaksız ovaya da çökmüştü. Lambanın ateşi yüzüne vurdukça mütebessim suratı içime sekinet veriyordu, gözlerindeki derinlik ise hayranlıkla beraber korkutuyordu beni. Alnındaki uzun ve derin çizgiler o anlatmasa da; hayatın çemberlerinden geçmiş, dertler ve ızdıraplarla yoğrulmuş bir yaşam sürdüm yavrum ben, diyordu. Benzi pek solgun değildi, elmacık kemikleri hafif çıkık, yüzü ile kulağı arasında hafif bir çöküntü vardı. Ben böyle dalmış, onun fizik özelliklerinden sizden öğrendiğim kadarıyla nasıl biri olduğunu anlamaya çalışıyorken, dişlerini sıkıyormuşçasına ve sanki içi dolu da dışarı bir şey sızmasın diye sıkı sıkı kapattığı ağzının açıldığını fark ettim.

– Oğlum, insan her zaman bir arayıştadır. Amma arayanın bir şey bulabileceğini zannetmeyesin, belki arayanı bulurlar, dedi.

Bir Seyyahın Gezi Notları / Ümmi'den Mektuplar 4 1
Bir Seyyahın Gezi Notları

Kafamda yanyana getirdiğim kelimeler sağa sola kaçıştı, kurduğum cümleler tesbih gibi dağıldı ve içimde tarif edemediğim fırtınalar çıktı hayret ettim, şaşırdım bu sözlerine. Tam hamle yapıp söz edecekken bir işaretle sözümü kesip, devam etti;

– Hayat zaten başlı başına bir arayış değil mi? Arar dururuz. Çoğu zaman aramak tek gayemizdir, ne aradığımızın bir önemi yoktur. Halbuki insan iz sürerse bulur. Aramak “Ya tutarsa” demekten  başka nedir? Allahu Teala, cümle mevcudatı yaratmayı diledi, niçin? Bilinmeyi istedi.

– Nasıl, diye atıldım. “Ben cinleri ve insanları bana ibadet etsinler diye yarattım.“ (Zâriyât /56) demiyor mu Kur’an’da? Sözünü kestiğimi fark ettim, özür diledim.

– Bak oğlum, harfleri de yaratan ALLAH’tır, sayıları yaratan da. Kainatı ve içindekileri de yaratan O’dur. Âdem’e de bunları nasıl kullanacağının yolunu öğretti. Yani harfleri bir araya getirip kelime yapmayı, isim vermeyi öğretti. Âdemoğlunun en büyük özelliği belki de budur, her şeye bir isim verebilmesi.

– Olur mu emmi öyle şey! Ben ne soruyorum sen ne diyorsun, harfler nedir ki? ne kadar boş şeyler ve saçma teviller yapıyorsun, diye içimden geçiriyordum ki sanki iç sözlerime de cevap veriyordu.

– Oğlum, harfler senin atom dediğin şeyler gibidir. Yani varlığın ve fikrin yapıtaşlarıdır. Hepimiz, her şey Allah’ın kelimeleriyiz, kainat ise koca bir cümledir.

Şaşırıyordum ama içimden bir ses her söylediğine itiraz etmek için sanki yer arıyordu. Emmicim bu söylediklerinin kitapta yeri var mı? Sallama, diye geçirirken yine cevap geliyordu hayretim artırıyordu

– ALLAH Kur’an’da Hz. İsa’dan nasıl bahsediyor, bilmiyor musun? Ya da şu ayetin engin manalarında gark olmaya gayret et “Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılsa, Allah’ın sözleri (yazmakla) yine de tükenmez. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.“ (Lokman/27)

Aklıma yine itirazî fikirler geldi, fakat bu defa iç sesimi susturmayı başarıp daha bir merak ve heyecanla dinlemeye koyuldum. Sanki aklımın kapalı alanları açılıyor ve fehmim genişliyormuş gibi hissediyordum. Gözlerinin içine bakınca öyle bir dinginlik ve derinlik seziyordum ki, ilginçtir korkmuyordum. Sizin sözleriniz geldi aklıma “Deniz korkunçtur, amma balık için değil.” Konuşmaya devam ediyordu;

– Harflerin de bizim gibi bir ümmet olduğunu bilmeyen insana ne anlatabilirsin oğlum! İnsan her şeye isim koymayı, harfler ona boyun eğdiği için başarabiliyor. Fakat insan mertebesindeki insan değil, Adem mertebesindeki Hz. İnsan’a dır, bu tazim ve hürmet. Melekler dahi ona secde etti, fakat dikkat et buradaki secde ibadet secdesi değil, Allah’ın emrine tazim secdesidir. Hem Âdem’e ilk verilen emir de isimler üzerindendir. Allah, yıldızları da zikrederek her şeyi size musahhar kıldım diyor. “Sonra sizleri de kendim için yarattım” diyor. En başta sorduğun sual oğlum, işte budur cevabı. Oradaki ibadetten kasıt, bilinmektir. Eserden müessiri bulmak kolay değildir,  evvela eseri tanımak lazımdır. “men arafe nefsehu” işte budur, kendini bilen Rabbini bilir, denilmiştir ama Rabbini bilen kendini bilir denilmemiştir. Bu âlem bir sır deryasıdır, bizde içinde yunus balığıyız oğlum. Evvela harfleri bil. Bir harfe de sadece bir harf gözüyle bakma, varlığı bir harf olarak okumaya çalış. Varlığa harf, kelime ve cümle nazarıyla bak, görmeye gayret et.  

– Nasıl yani? Anlayamıyorum efendim. Anlayacağım şekilde anlatır mısınız? diyerek başımı öne eğdim. İçimdeki 9 başlı şüphe ejderhasının kafalarını kesiyor gibiydi her sözü. Zira artık muteriz bir iç sesten ziyade, cehaletimi ve hayretimi muterif bir haleti ruhiye içine girmiştim. İtiraz etmek için değil, anlamak için dinliyordum.

-Bak oğlum, kâinatta hikmetsiz bir iş yoktur. Her şey kendine belirtilen yolda, kendi fıtratınca yürür gider.  Sen A harfine sadece bir harf olarak bakma, bu sembolün 3 çizgisi aynı zamanda Allah – İnsan – Varlık manasına da gelir. Mesela ALLAH insanı yarattı, ona Âdem ismini verdi. Âdemdeki harfler (elif – dâl – mim) bize Âdemin mahiyetinden haber verir. Elif, bir ihtimaller silsilesidir ki dâl harfinden beslenir. Dâl, anasır-ı erbaa dediğimiz dört unsurdur. Mim ise risalettir. Nasıl ki bir ilacı her nevi terkiplerle hazırlayıp ona mahiyetini belirten isimler veriyorsak, ALLAH’da Âdem ismi ile diyor ki “Ben, topraktan bir halife yarattım. Ona secde edin.”

-Ama toprak diyor, burada dört unsur geçmiyor.

– İşte oğlum, Kuran senin bildiğin arapça değil Allah’cadır (Allah kelamıdır). Kuran’da yaradılış malzemesi olan toprak,  dört unsur demektir. Bugün bizler birbirimize itimad edemiyoruz, illa bir satırı bir kitap arasında göreceğiz, yoksa inanamıyoruz, deyip engin denizler gibi derin gözlerini ufka dikti, bekledi.

– Peki harfler konusunda biraz daha örnek verir misiniz efendim, diye böldüm sessizliği. Tebessüm etti.

– Oğlum, surelerin başında bilirsin harfler vardır. Onlara çok çok dikkat et. İşte esas (esrarlı) ayetler bunlardır.

– Nasıl yani, diye istemsizce bir feryad kopardım. Gözlerime baktı, utanıp kafamı eğdim. Elimi tuttu birden ve kalk, dedi.

Kalktık ve biraz yürümeye devam ettik, derken bir nehir kenarına geldik. Cebinden ufak bir kağıt ile kalem çıkardı ve içerisine besmele ile ‘sır’ dediği 5 adet harf yazdı katladı ve bana verdi. Gömleğimin cebine koymamı söyleyip, kulağıma harfleri tekrarladı. Bunları söyle ve elimi bırakma, dedi. Nehrin üzerinden yürümeye başladık, evet evet nehrin üzerinden ayağımız ıslanmadan yürüyorduk. Gördüklerime inanamıyordum, şaşkınlık içerisinde harfleri tekrarlayıp, adamın ellerini sıktıkça sıkıyordum korkudan. Korkma oğlum, dedi. Fazla geniş olmayan bir nehirdi karşıya geçtik ve “İşte bunlar apaçık bir kitabın ayetleridir” mealindeki Kur’an ayetini okudu ve devamında;

– Oğlum, işte bu ayetler bu kadar tesirli, bu kadar güçlü ve canlıdır. Fakat insanlar kendilerini fen ilmine verdikçe maddenin esiri oldu. Halbuki riyaziye ve edebiyat mana âleminden bize uzanmış kollardır. İnsan maalesef kendini bunlara kaptırdıkça maddeyi kendine, kendini de maddeye mâbud zannetti. Halbuki madde insana mâbud olamaz, insan maddeye mâbed olma şerefi verir. Madde de cari ilahi kanunların kullanımı ile adeta kendini maddeye mâbud zanneden insanlara aldanma. Nakış nakkaşla nasıl mücadele eder oğlum? Sır demek, henüz idrak hududuna girmemiş mesele demektir. Hünerde görünmede değil, görünemeyeni görmededir. Sen kendi gönül ahizeni kaldırmayı öğren, o zaman herkesle konuşursun. Amma buda kolay bir çile değildir, yıllar yılı alnını secdede sürteceksin oğlum, unutma.

Hemen ellerine kapanıp, öpmeye yeltendim. Engel oldu.

– Artık nasip bitiyor, benim yolum buradan ayrılıyor, dedi.

– Sizi bir daha göremeyecek miyim, isminizi bahşedin sultanım, dedim.

– Nasipse evladım, (…) kazasında (….)  yerde (….) isimli dervişi bul ona bizden selam söyle, aradıklarının cevabı ondadır. İsmimizi ne yapacaksın? İsimler kendimizi kaybetmeyelim diye vurulmuş birer yafta değil mi evlat. Sen dediklerimi unutma, sabah ve akşam vakit namazlarını kaçırma, vaktinde kıl. Bunlar vakit namazlarıdır. Diğerleri şükür namazıdır. Cesedini temiz tut, içini süsle, dışınla görün.

– Zamanlarında kılmaya gayret ederim, dedim.

– Zaman değil oğlum, vakit. Vakit, mekanda La Mekanın anlaşılması için takdir edilmiştir. Mekan yoksa zamandan bahsedilmez. Zaman yoksa vakit ve müddet mefhumları anlaşılamaz. Bunları halletmeye gayret et. Haydi Su kadar aziz ol, dedi ve gözlerimden öptü. Şu 2 mısrayı kulağıma fısıldadı ve karanlıkta kayboldu.

– Geceyi zenci görme, gece huridir nur geceden akseder.

Biz söylenmemiş sözlerdik, yüceler yücesinde.

Tarif edemeyeceğim kadar karmaşık bir ruh hali ile çadırları kurduğumuz yere geldim. Sanki üzerimde yılların yorgunluğu varmışçasına uyuyakalmışım.

Sabah olunca doğruca kervan sorumlusuna varıp adamı tarif ettim ve kim olduğunu, kervana nereden katıldığını sordum. Fakat asıl şoku orda yaşadım, kervancı kervandakilerin tam olduğunu ve anlattığım gibi bir adamı hiç görmediğini söyledi. Hayal ile gerçek arasında bir şeyler yaşamıştım, neyin gerçek neyin düş olduğunu anlayamadım. O günün ertesi, kervan kafilesinden ayrılıp hemen evime döndüm ve kendime gelir gelmez hemen size yazdım. Bu yaşadığım sizce ne idi hocam? Bir de rüyalar alemi hakkında izahlarınıza muhtacım, sizden cevap bekliyorum. Ben vakit kaybetmeden, adamın söylediği memlekete gidip ismini verdiği dervişi bulmak için en kısa zamanda yeni bir seyahate çıkacağım. Dualarınızı eksik etmeyiniz. En kısa zamanda görüşmek ümidi ile…

Samarra’dan.

Similar Posts

2 Comments

  1. Harika bir yazı bu bilgileri bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ederim. Özellikle son kısım müthişti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir