Ümmi’den Mektuplar / Yol – Tarîk – Sırat – Süluk

Ehl-i irfanım deyu kimseyi ta’n etme sen defter-i irfana sığmaz söz gelir divaneden.

İnsanı (insan) insan yapar.

İnsan ona derler ki bir fikri olsun

Fikir ona derler ki gönüle bir yol açsın.

Yol ona derler ki önüne bir padişah çıkarsın.

Padişah ona derler ki kendiliğinden Sultan olsun

Hazineleriyle, askerleriyle saraylarıyla değil.

Hayat yol,  insan yolcu ise istikamet marifet olmalı.  Marifet derk eylemektir. Yani bilemeyeceğini bilmek,  bulamayacağını anlamak. İnsan ALLAH’ı aramak için ilk adımını atarken nerede ayağını kaldırdıysa,  Allah oradaydı. Zaten ALLAH havf ve reca’dan mütevellit bir şevkle kendini arayanın elinden tutmuş kendine doğru yola çıkarmıştır.  Ama beride durupta kibir ve nefsi şehvetlerinden doğan bir şekavetle varlığını isbata uğraşanın yanına bile yanaşmaz. Dikkat etmek lazım, rüsvay olur insan bu noktada.  Enbiya ve Rusul hazeratı Allah’ı isbata değil, Hakk kelamını aleme ilana gelmişlerdir. En son Resulullah Hıra dağında ‘ La ilahe illallah ‘ bayrağını eline almış ve kurumuş odun yığınları gibi bekleyen beşeriyyetin üzerine rahmani bir yıldırım inmeden hemen önce adeta benzin dökmüştür.  Beşeriyet birden alev almış ve bu alev hala sönmemiştir. Bu aleve kıvılcım olan Resulu Ekrem s.a.v’in bir nazarı akdesine mazhar olan mücrim hemen muhterem olmuştur. Bütün şekavet ve sufliyeti hemen letafet ve ulviyete kalbolmuştur. Burada cefa sefaya döner, münkir mü’min olur, nar nura gark olur.  Hz. Ömer’in “Ben puta-ı Resul’de erimeden evvel bir şaki idim” sözü meşhurdur ve en güzel örnektir. İlahi kıvılcımlar daima her an her yerde yanmakta fakat biz o temizliğe erişemediğimiz için idrak hududumuza girmemektedir. Esas olanda insanın bu kıvılcımlara bir anda karşılık verecek kıvama gelmesidir. Gazla dolu bir odada kibrit çakılsa ne olur ? İşte o hale gelmek lazım.

Bir insan gözlerini kapar uzaktan ateşi hisseder, etkilerinden tanır ve bu ateştir der (bu ilmelyakindir), gözlerini açar ateşi görür (bu da aynelyakindir) sonra ateşin içine girer, yanar ve ateşin ne olduğunu kavrar (bu da Hakkelyakindir). bir de ateşle ateş olur, o zaman ateşin tam mahiyetinin ne olduğunu ve aslında ateşin yakmadığını idrak eder (bu da sırrelyakindir ki halvette öğrenilir). İşte bütün bunlar Hakk’tır. Derler ya “bilmek bilmemektir, bulmak bulmamaktır.” İnsan bir mekandır, aslı ise la mekandır. İnsanı kainatta bu derece önem sahibi yapan özelliği gönül sahibi olmasındandır.

Şu sözü hiç unutma : “İnsan Allah’ı idrak edemeyeceğini anladığı vakit Allah’ı idrak etmiştir.  Kişi ALLAH’ı bulamayacağını idrak ettiği an, ALLAH onu bulmuştur.” çerçevelet odana as. manasının derinliklerine süzül, günlerce düşün. Bakarsın bir gün gönlüne bir pencere açılır, oradan ruhani alemin kokusu gelir. Zaten dinin gayesi insanı ruhanileştirmektir. Aleme sır gözü ile bakarsan, herşeyin aslına kavuşmak için çırpınmada olduğunu görürsün. İnsanın ise bu asl’a vaslını sağlayan yola din diyoruz. Vırıltılara, zırıltılara kulak verme.

Mü’min ona derler ki işinde riya, sözünde yalan, midesinde haram yoktur. Daima Hakk’ın rızasına müteveccihdir nurlu yüzü. Her işini kader çizgisine uydurmuş, eline yüzüne konan sineği bile kader çizgisine sokup kovmamıştır. İbadatı, taatını da şenlikle alayla değil, sıdk ile yapar. Yalanı, hilesi hurdası yoktur. Öyle insanlar var ki ağzı her türlü soğan sarımsak ve içki kokularıyla bulanmış. Öyle insanlarda var ki midesine haram sokmamak için aç yatıyor. Bu zamanda böyle ulvi şahsiyetler azalmamıştır bu gök kubbe altında, bizde onları görecek göz ve hissedecek temizlik kalmamıştır. İstihza mümessili olan bir ibadetten kuru ekmek bile elde edemez insan. Eskiden güller ile, bülbüller ile, kil ile hatta ölüler ile konuşurlardı. Bugün neden yok diyeceksin. Utanırım söylemeye. Biz birbirimizle konuşamıyoruz daha doğru düzgün. Birbirimizi yemeye yer arıyoruz her fırsatta da ondan. Birbirimizi anlamaya, dinlemeye vaktimiz olur da birbirimizle konuşacak birşeyimiz kalmazsa bakarsın o zaman bizde hayvanlarla, nebatlarla, mevtalarla konuşuruz.

Ümmi'den Mektuplar / Yol - Tarîk - Sırat - Süluk 1
Tasavvuf minyatür

Dedelerimiz, ninelerimiz biz utanmayalım diye çoğu şeyi sessizce alıp gitmişler. Geriye utanmaktan utanan acz içinde bir nesil kalmış. Bugün arasan garip sözlüklerde utanmanın manasını bile bulamazsın, istersen bak ne de olsa bugün birbirimizin sözüne güvenimiz de kalmadı, illa bir satır bi yerlerde göreceğiz öyle inananacağız. Gözlerini bir Medeniyetin yıkıntıları arasında açmış ben alimim, ben şuyum ben buyum diyerek ortaya çıkmış, şu kadar eserim bu kadar şuyum var diye böbürlenen,  bilmediğini bilmeden birşeyler haykıran alim müsveddeleri, aydın ve münevver geçinen fikir arkeoloğu hocalarla, efendi hazretleriyle, bilmem nelerle dolu bugün toplum. Eğer sözümüze itirazınız yoksa, sizinle biraz daha konuşalım. İtiraz edenede sözümüz yok, bir şey bildiğimize dair bir iddiamız da yok. Bu heybeden çıkanlar doğrudur diye bir sözümüz de yok, eksikler yazanın kendi kusurlu anlayışının mahsülüdür. Beden itibariyle hepimiz civanız, ruh itibariyle de melek. Onun için hem yerde yürürürüz, hem göklerde uçarız. Her sır, temizliğine erişince kendiliğinden çözülür. Zaten sır denilen şey de idrak hududumuza girmeyen mesele demektir. Bu alem de bir esrar deryasıdır. Deniz korkunçtur amma balık için değil, dikkat edin. İlk düğüm, düğüm olmalı ki çözmenin zevki olsun.

Heybem dedim. Evet benim bir heybem var,  içinde: Ayak basmamış ormanlar kadar saf, basit insanların ancak inanacağı Ümmî bilgi kırıntıları,  nûrlu insanların söz parçaları, gürültülü muhitlere parçalanmaktan korkarak girmeyip; dağ başlarında,  kuytu yerlerde, ıssız pınar yalaklarında filizlenmiş fikir parçaları olan. heybeden nasibe ne çıkarsa, buyrun.

Şurada bir hikayecik anlatalım, soluklanalım.

Geceydi. Ay tüm ihtişamıyla tam dolunay halini almış, pencerenin dışında parıldıyordu. Pencerenin kenarına oturdu, gözleri dışarı dalınca, sanki gönlü de sinesinden dışarı taştı. Gözleri, simsiyah bir nur içinde bembeyaz parlayan Kamer’e takıldı. Elindeki şişeyi açtı, Besmele çekip gözlerini yumdu, birkaç yudum içti mübarek su’dan. Hamd etti Vacid Allah’a, sonra “ve cealna minel mai külli şey’in hayy” lafzı celilini mırıldandı. Su’ya baktı, ne güzel nimet. “Dünya’da elle tutulur, gözle görülür, içilir yegane cennet taamı” demişti Hocası. Zira “Cennetin altından ırmaklar akar.” ayeti var. Yunus söyler ya “şol cennetin ırmakları akar Allah deyu deyu. ” Su, akla dökülebilen yegane cennet nesnesi. Güzelliği dahi tasvir ederken en güzel manasında kullanırız: Bir içim Su, diye. Şu alemde su kadar ince, su kadar narin var mıdır ? Ya da onun kadar sert ve perişan edici? Nuh Tufanında neler yaptı, hatırlasana. Gökten inen 1 damla suyun okyanusa bile faydası vardır. Hem su Hakkın esmasının yegane aks membaıdır alemde. Hangi esma var ki su’dan geçmiş olmasın.  la mekandan mekana gelip vücud bulmuş olmasın ?.

1 damla su bir kayanın kovuğuna girip donarsa kayayı çatlatır. Buhar olursa bir gemiyi yürütür. Hava olur bir tekerleğe dolarsa tonlarca ağırlığı kaldırır. Anlayana bu kadarı da kafi misaldir, anlamayana destan yazsanda boş. Az çoğa, bir damla denize delalet eder. Gökten inen bir damla suyu deniz kuşu da alır, sedefte alır. Deniz kuşu alır ağırlık olur, sedef alır inci yapar. sözlerimizden mana çıkar, deş onları. Bu mana ölçek içindeki taneye benzer, akıllı kişi taneyi alır, ölçek var mı yok mu bakmaz.

Yağmur vardır bereket için gelir,

Yağmur vardır felaket için gelir.

Yağmur da vardır görünmez.

Bulut cömertçe yağmurunu yağdırır, onunla yerden nice ekinler başak verir. Dikene de güle de hayat verir, rızık olur renk olur can olur. Herkesin yüzünü güldürür, kimsenin değildir. Fakat bir oluğa girdi mi komşuları birbirine düşürür, benimdi senindi diye. İyi sözler, güzel işler yağmur suyu gibidir. Onunla gönüller gıdalanır huzur bulur, kötü sözler oluk suyu gibi milleti birbirine düşürür…

Hem Su akla gelince yanıbaşında Toprak beliriverir.Toprak olmasaydı Su görünmezdi. Su olmasaydı canlılık olmazdı. Su ve Toprak: Onlardan yaratıldı insan, nankör değildir onlar.

Kulaklarını aç, duyabiliyor musun Toprağın sesini ?

“Ey insan! Hakk seni benden yarattı, yine bana vereceğini vaad etti. Borç, ödenmekle biter çünkü. Hakk benden temiz aldı seni, sende temiz tut kendini ve temiz gel bana. Sonra utanmayalım Hakkın divanında. “

Toprak beden, toprağa tevdi edilecek bir gün. Temiz geldin, temiz topraktan yaratıldın. Emaneti temiz teslim etmen emredildi. Böyle olan kabre de nur iner. Ne çiyan ne yılan cesedine hürmeten yanaşamaz. Toprağa hürmeti izhar etmek için cesede su ile abdest farzolmuştur. Su olmadığı vakit “temiz toprak” ile teyemmüm. .Teyemmümde ayak altı hürmetine emrolunmuştur. Kıymetini anlayabiliyor musun?

Buralarda soru sorma, akla vurmaya uğraşma. Su, bu borcu bilir, hürmet eder. Denizde boğulanları (balıklar yemezse) su onu karaya atar muhakkak. Bu ne demektir? Su toprağa (al emanetini) diyor. Bir kova suyu insanın başından döksen bişey olmaz, bir kova toprağıda döksen yine bişey olmaz. Su ile toprağı karıştırıp kerpiç yapıp vurursan o zaman insanın kafası yarılır. Su ile toprak ayrılır, özüne döner. İşte insan hayatının özeti şu basit misalde gizli. Buralarda fenni ve ilmi bir çok açıklama ve mantık çerçevesinde laflar etmek mümkün, fakat dediğimiz gibi akıl paraşütü bu hududda açılmaz. Zorlanırsa, kötü olur. Yağmur suyu toprağa ne yaparsa bu sözlerde insan gönlüne o etkiyi yapar. Bu alem 40 sayfa fizik, 50 sayfa kimya ile 30 sayfa coğrafyadan ibaret değildir. Yoksa insanın et, kemik, yağ ve sinirden mürekkep bir merkepten hiç farkı kalır mı?

Biz ne diye bu derece söze daldık. Hikaye diyelim derken, kendimiz hikaye olduk, gittik. Zenginin paltosunu tutan çok olur da, düşmüş garibin koluna girmek herkesin kârı değildir. Dil keskin bir kılıçtır, nasıl keseceği belli olmaz. Söz söylemek çok zor bir iştir, kılıç kullanmaktan da zordur. Söz geri dönüşü olmayan bir ok gibidir. Söylendi mi artık geri gelmez. Dilin kemiği yoktur derler ama dilin önüne de 32 kemik boşuna koyulmamış, iyi düşün. Gönlü ruhi bilgi kapılarına açık kişilere söylüyoruz, sözlerimizi moda havası içerisinde düşünmeyiniz. Akarsu dibinde kuru toprak arayanlardan ya da kuru oduna üfleyenlerden değiliz. İnsan da baş gözü olduğu gibi bir de gönül gözü vardır, bu sözler oranın malıdır. Zindandakilerin geceleyin zindandan haberi yoktur.

Eskiden insanlar varmış dikensiz gül gibi. Bugün dünya gülsüz dikenlerle dolu bir bağ halini aldı. Ne yapalım? Hakkın kaderi bu, böyle tecelli ediyor, edecekte. Varlık yolunun bir başı olduğu gibi bir sonu da var muhakkak. Hani nerede dedelerimiz, ninelerimiz? Var mı o gidilmesi kaçınılmaz olan ölüm durağına gitmeyen? Bugün İskender bir harabede yatıyor. Farketmiyoruz diye, ölmüyor değiliz ya. Her şey her an var ve yok olmada. Bir lamba saniyede 60 defa yanar söner, biz onu daima yanar görürüz. Bu, idrak hassamızın onu algılayacak kadar gelişmemesindendir. Üzerinden geçilen köprüye ev yapıldığı nerede görülmüş? İster huzurlu, ister hüzünlü ol bu ömür daima bir rüzgar gibi gelip geçecektir. Bu iğreti saray kimseye kalmadı, kalmayacaktır. Herkes ondan elini eteğini çekecektir bir gün. “ve huvel baki” esrarı perdesinin gölgesinde yanıp sönmeye mecbur ve muhtaç olmayan kıvılcım mı var ki?

Padişah sabaha kadar çalgı çaldırır, şarap içer meşk eder de nehirde ki kurbağaların sesini duymaz. Kendini bil, kendini ara, bul. Uzakta değil, yakında. Dışarda değil, içerde. Kafes altından da olsa, kuş içinde esirdir. Cömertlik anahtarı ile kafesin kilidini aç. Sabır ve kanaat kanatları ile yücelere uç, sıyrıl şu kesafetten! Doğruluktan kıl kadar ayrılma. Kim olduğunun farkında değil misin hâlâ? Hiç değilse kudret alemine cehalet ayağı ile vurma. Siyah ile olduğun zaman beyazı katiyyen unutma. Bunlar manevi aleme ait sözlerdir, incitme. Bilmediğini, görmediğini, idrak edemediğini inkar için uğraşma. Ancak anlamak için dinle, anlamağa savaş.

Ey gaflet yığını insan!

Ey geceler kadar karanlık görüşlü, örümcek ağı kadar ancak kararlı.

Menziline nisbetle kaplumbağa misali yolcu!

Ey Hakikat diye bağıran, aranan avare yolcu.

Ey bu geçici alemin güzellikleriyle gözleri kamaşan kör.

Kendine yoldaş arayan, yolsuz.

kendi kendiyle güreşen kolsuz.

kendi kendini tuş etmiş bön.

malıyla mülküyle övünen çulsuz.

artık sus!

Özüne dön…

Bil ki bu yol dışarı değil, içeri. Ve bu yolda kendinden başkasına ihtiyacın yok. Yol hazır, herşey hazır. Sadece sana ihtiyaç var. Bu sözleri dedikodu için değil, gönlün için deş. ‘Yol nedir?’dersen,  o zaman seninle biraz daha konuşuruz.

Artık sözü bağladık, kal sağlıcakla.

Similar Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir