Sosyal Bir Varlık Olan İnsan
Aslı itibariyle yalnız olarak dünyaya gelen bir insanın yine aynı şekilde insanlardan uzak, yalnız bir hayat sürmesi mümkün değildir. Hem fiziksel hem de duygusal ihtiyaçları olan insanın toplumdan soyutlanması düşünülemez bir gerçektir. Fiziksel ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için belli bir yaşa kadar anne ve babasına mutlak derecede bağlı olan insan, bu aşamadan sonra da duygusal ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kendisi gibi olan, başka insanlara ihtiyaç duyar. Bu sebeple insanın sosyal bir varlık olması kanısına varmamız yerinde olacaktır. Nitekim yüce kitabımız Kuran-ı Kerimde de insanın sosyal yönüne çokça dikkat çekilmektedir. “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır.” (Hucurat suresi 13. Ayet). Tarihe baktığımızda da insanların tek başlarına hayat sürdükleri yok denecek kadar azdır. Emsali olanlarda destanlara konu olmuşlardır.
Dolayısıyla yaşamlarını devam ettirmeleri için bir arada yaşama ihtiyacı hisseden insan, toplum denilen bir yapıyı ortaya çıkarır. Birlikteliklerle oluşan bu yapı, insanların barış ve huzur içerisinde bir arada yaşamaları için belli başlı kurallar belirler. Örneğin; insanların birbirlerinin düşüncelerine, yaşayış tarzlarına, inançlarına saygı duymaları gibi… Toplum içerisinde yaşamaya mecbur olan insanın da toplumun belirlediği bu kuralları benimsemesi ve buna göre davranması gerekir. Aksi halde o toplumda kargaşa ve savaşın çıkması kaçınılmaz olur.
İnanan İnsan
Rahatlıkla söyleyebiliriz ki, herhangi bir inancı olmayan insan yoktur. Her insan öyle veya böyle, bir şeylere inanır. Burada şöyle bir soru akla gelebilir; peki ateist? Unutmamalıyız ki ateist de bir inanca sahiptir. Yani başkalarının kabul ettiği bir varlığın yokluğuna inanmasıdır. Netice de bu da bir inançtır. Toplumsal bir yönü olan insanın aynı zamanda bir de inanan yönü vardır. Bu ilişki bizi şöyle bir çıkarıma götürüyor. Toplumsal bir varlık olan insanın aynı zamanda bir inanca sahip olması bir arada yaşamaları gerektiği fikrini daha da sağlamlaştırıyor. İnsanın bu çift yönlü özelliği toplum ile inanç kavramlarının birbirleriyle olan ilişkilerinin ne derece önemli olduğunu ortaya koyuyor.
Belli bir toplum içerisinde yaşayan insanların, birbirlerini bir arada tutmalarını sağlayan en önemli hususlardan biri de sahip oldukları inançlarıdır. Yeryüzüne baktığımızda farklı bölgelerde yaşayan insan topluluklarının genel olarak aynı inanca sahip olduklarını görmekteyiz. Örneğin Türkiye de yaşayan insanların Müslüman olması, Çin de yaşayan insanların Budist olması gibi… Nüfusun neredeyse tamamına yakınını Müslüman olan ülkemizde elbette farklı inançlara sahip insanlar vardır. Fakat çok büyük bir kısmını Müslümanlar oluşturuyor. (1)
Farklı inançlara sahip insanların, birbirlerinin inançlarına saygılı davranmaları büyük önem arz ediyor. Evet, karşıdaki insanın inancını kabul etmek zorunda değiliz. Fakat saygılı olmak zorundayız. Nitekim rabbimiz Kuran-ı Kerim de ‘Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.’’ buyuruyor. (bakara suresi 256)
Dolayısıyla bir insanı, inancını değiştirmesi konusunda zorlayamayız. Ama kabul de etmeyebiliriz. Bu husus insanların güven ve huzur içerisinde yaşamaları için kaçınılmaz bir gerekliliktir. Büyük çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülkemizde ne yazık insanlar birbirlerinin inanç ve düşüncelerine saygı göstermiyorlar. Herkes kendi görüşünü mutlak doğru kabul ediyor. Kendi haricindeki görüş ve düşünceleri de yanlış buluyor. Bununla kalmayıp, bu farklı görüş ve düşüncelere yapılacak herhangi bir saygısızlığı da normal karşılamaktadır. Tarih bize gösteriyor ki farklı görüş içerisindeki insanlar hep bir çatışma içerisinde olmuşlardır. Hâlbuki olması gerekeni sevgili peygamberimiz bize hayatının tüm zamanlarında ve bilhassa Medine döneminde farklı inançlara sahip insanlar bir arada yaşarken göstermiştir. İnsanlar birbirlerinin hayat haklarına, düşünce yapılarına, farklı fikirlerine saygılı olmak durumundalar. Aksi halde huzursuzluktan başka bir şey ortaya çıkmaz. Bunu bilen peygamberimiz Medine sözleşmesini oluşturarak insanların huzur ve güven içerisinde yaşamalarını sağlamıştır.
Zamanla içlerinde ki merhamet duygusu, azalma ve yok olma derecesine gelmişse de bütün insanlar merhamet duygusuyla yaratılmışlardır. Bir canlıya zarar geldiğinde şüphesiz fıtratı bozulmayan bütün insanlar üzülür. Nitekim sevgili peygamberimiz hadisi şeriflerinde “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” buyurdu. (Buhârî, cenâiz 92; Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5)
Sözün özü varmak istediğim mesele şu ki; başka insanları inciteceğimiz hal ve hareketlerden azami derecede kaçınmalıyız. Aynı havayı soluğumuz insanın üzülmesine, kırılmasına sebep olacak bütün davranışlardan uzak durmalıyız. Böyle bir inceliği göstermeliyiz. Hayatımızda daima hoşgörü, sevgi ve saygıyı elden bırakmamalıyız. İnsanlara daima iyi duygular beslemeliyiz.
Vesselam…
Kaynak:
(1) https://www.trthaber.com/haber/yasam/turkiye-nufusunun-yuzde-992si-musluman-136243.html
Ellerine sağlık kardeşim. Devam yazılarını bekliyoruz inşAllah 🙂
Ellerinize sağlık. Kaleminize kuvvet dilerim.
Güzel temennileriniz için teşekkür ederim.
Çok güzel bi sitee
Çok güzel bi sitee devamını bekleriz
İnsanı ve sosyal hayatın bağımlılığını anlatan güzel bir yazı
Hüsnü değerlendirmenizden ötürü teşekkür ederim😊.