Derdini Anlatabilmek!
Şüphesiz insan toplumsal bir varlık, bu yüzden iletişim olmazsa olmaz bir yapıya sahip. İki temel sorun çıkıyor ortaya; derdini anlatabilmek ve anlaşılabilmek. Derdini anlatabilmek hem bizden hem de muhatabımızdan kaynaklanabilir. Anlaşılmak da ise bütün suçu muhataba yüklemek istiyorum. Biz konuyu etraflıca ve usulünce anlatmaya çalıştığımız halde karşı taraf anlamıyorsa onun hatasıdır. Niketim Mevlana “Ne kadar bilirsen bil; söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır.” Sözüyle, işin özünü özetlemiş.
Derdini anlatabilmek meselesini yazmak uzun zamandır zihnimi meşgul ediyordu. Öncelikle sitemli ifadelerimin yumuşaması için bir vakit geçirmem gerekiyordu. Yanlış anlaşılmasın mesele nihai anlamda kişisel değil, tecrübelerim yalnızca örnek niteliğinde olacak biiznillah. Derdini anlatabilmek meselesi sanıldığından daha önemli bir konu ve hayatımızda ki bir çok sorunun kaynağı aslında. Anlatabilmek ve anlaşılmak mevzularını birleştirmek istiyorum, çünkü ikisi de haddi zatında engel yönünden aynı kapıya çıkıyor.
Derdini anlatabilmek meselesi hayatı ikame ettirebilmekle aynı şey, “derdini anlatabilecek kadar İngilizce bilmek” diye bir deyim var sonuçta. Burada ifade edilen gerçeklik, ulaşım, iletişim, temel ihtiyaçlar vb.. Eğer etrafınızdaki insanlara neye ihtiyacınız olduğunu veya ne istediğinizi anlatamazsanız sürünürsünüz bu bir gerçek. Hele ki hiç bilmediğiniz bir yerde veya ilk karşılaştığınız bir durumda anlaşılamamak kötü sonuçlar doğurabilir.
Emin olun istediğiniz şeyi ifade edememekten daha kötü bir şey var, yanlış anlaşılmak. Asla istemeyeceğiniz, hatta en büyük korkunuz olması gereken şey bu. Yanlış anlaşılmak, duruma göre hayatınızdan olmanıza da sebep olabilir, hapse girmenize de, toplumdan dışlanmanıza veya linç edilmenize de… Mesele bireysellikten toplumsallığa geçtiği anda neticesi de her zaman sertleşir, şiddetlenir. Düzgün bir hayat yaşayabilmemiz için topluma uyum sağlamayı ve derdimizi anlatabilmeyi öğrenmek zorundayız. Fakat problem bizde olmasa dahi insanlar söylediklerimizi anlamamakta veya çarpıtmakta çok istekliler maalesef.
Biraz geçmişimize inelim, çocukluğumuza, hatta bebekliğimize. İlginç şekilde öğrendiğimiz ilk şeyler arasında, derdimizi anlatabilmek var. Bütün insanlar annelik içgüdüsüne sahip değil sonuçta. Ağladığınız zaman açlıktan mı, susuzluktan mı, ağrınızdan mı yoksa isteklerinizden mi? kimse anlayamaz, hatta anlamak için uğraşmaz. Konuşmayı öğrenirken önce temel kelimeleri öğreniriz (küfür etmeyi öğrenmeden önce.) Tuvalet, mama, su vb… Dolayısıyla yaşamımız boyunca içinde bulunduğumuz çoğu eğitim, önce kendimizi anlamak sonra kendimizi anlatabilmek ve başkalarını anlayabilmek şeklinde sosyal hayata adapte olabilmekle ilgili.
Sitem etmemek için demiştim ya baştan, bir iki örnek vermek istiyorum. Biliyorsunuz gözlerimde ileri derece görme kaybı var, son 1.5 yıldır. (%5 görüyorum) keratokonus hastasıyım ve nakil bekliyorum. Önceki yazımda bu konudan bahsetmiştim bu yüzden tekrar etmiyorum. Bu yazı onun devamı niteliğinde, okumadıysanız buyrun – Gözleri Görmeyen Biri Düşünerek Görebilir Mi?
Bir rahatsızlığınız varsa, özellikle ciddi bir rahatsızlıksa, hatta ve hatta hayatınızda size büyük bir engel oluşturuyorsa bu rahatsızlık, mutlaka bunu insanlara anlatmanız gerekiyor. Reklam yapmaktan, kendini acındırmaktan bahsetmiyorum. Eğer bir sorununuz varsa, bunu bilmeyen insanlar sizden sorununuz yokmuş gibi davranmanızı isteyecekler. Eğer engelleriniz yaptığınız şeyleri etkiliyorsa, çok sert ve ağır geri dönüşler alabilirsiniz. Efendim, yolda giderken bir insana çarparsanız, büyük ihtimal kavgayla bitecek bir olayın içine düşmüş olursunuz. Görmediğinizi bu insana kısa ve öz nasıl ifade edersiniz? Veya doktora gittiğinizde, doktor doktor gezip çare bulamadığınız rahatsızlıklarınızı, size ayrılan 1-2 dakika içerisinde en hızlı ve doğru şekilde nasıl ifade edebilirsiniz?
Dikkat çekmek istediğim bir nokta var, ifade edilen şeyleri kısa ve öz anlatmak. Çocukluğumdan beri konuşmayı bir türlü sevemedim, 3-4 yaşıma kadar konuşmamam da bundandır belki 🙂 Özellikle konuşma boş bir hal aldıysa, anında susar hatta konuşamam. Boş vakitten, boş konuşmaktan Allah’a sığınırım. Yapısal olarak ilim olmayan bir şey konuşamıyorum. Havadan sudan konuşacaksak 15 saniye sonra derin bir sessizlik hasıl olabilir, rahatsız değilim bundan (tabi yazarken hiç durmam 🙂 Bunu küçük yaşlarda farkettiğimde, büyük bir sorun olarak düşünmüştüm. Sonraları başka bir şey daha farkettim. İnsanlar dikkatini hiç bir zaman tamamen size vermiyor. Anlattığınız şeylerin sadece bir kısmını gerçekten dinliyor. Yani anlattığınız onca önemli cümle buhar olup uçuyor. Peki bu insanlara nasıl ulaşılır?
Yolda yürürken yanımızdan bisikletle geçen arkadaşlar, merdivenden inerken karşılaşılan komşular, asansörde denk gelen insanlar vb. Herkesin bir acelesi var. Selam veriyorlar ama cevap beklemeyecek kadar aceleciler. Bu rahatsız edici durum, tek taraflı sohbet etmek gibi. Ne yapabilirim diye düşündüm ve kendi kendime “Herşeyi olabildiğince kısa, öz ve hızlı anlat” telkinini yapıyorum konuşurken. Hatta verilen selama en hızlı nasıl cevap verilir? sorusunu bile uzun uzun düşünmüşlüğüm var 🙂 Farkettim ki insanlar kısa sözleri dinliyor ama anlamıyor. Kısa ifadelerin kapalı ve genel olması, yanlış anlaşılmak için çok uygun. Sonra medyanın yazılı olmayan bir kuralını öğrendim, Medya herkese ulaşabilmek adına “9 yaşında bir çocuğa anlatır gibi anlat” prensibine göre hareket ediyor. Bu yüzden televizyonlar insanları aptallaştırıyor ki bu başka konu. Medya bu şekilde bütün insanlara hitap edebilmeyi başarıyor. 3 kelimede ifade edilecek şeyi 300 kelimede anlatıyorlar. İçerik doldurma çabaları da burda etkili tabiki. Haberler ve haber siteleri bu konuda mükemmel bir örnek. Mesela “ÖSYM sınav başvuru tarihi” gibi bir şey aratırsanız Google’da, 2000-3000 kelimelik haber makaleleri arasından hangi ay olduğunu bulmanız gerekir, size direk bilgiyi vermezler. Dünya düzenindeki bu uygulamalar zihinlerimizin artık çok seçici olmasına neden oldu. Ve’l hasıl Konuşurken kısa ve öz, yazarken uzun ve açıklayıcı olmak en makul yöntem olduğunu tecrübe ettim. Çünkü yazılarda mimik yok, ses tonu yok, jest yok kelimeler lastik gibi her şeye dönüşüyor. Yanlış anlaşılmak kolaylaşıyor ki hayatınızı mahvedecek durumlar ortaya çıkabiliyor.
Son olarak gözlerimin çok az gördüğünü (%95 görme kaybı) insanlara nasıl anlatabilirim diye çok düşündüm. Çünkü 2-3 cümle kurduktan sonrasını dinlemiyor insanlar. Durumumu en kısa ve net şekilde nasıl anlatabilirim? Bir cevabınız var mı?
Yazıyı bölüyorum – tam bu satırı yazarken, otobüste üniversite okuduğum şehre gidiyordum. Yolun 4/3 ünü tamamladık ve telefon geldi “Nakil sıram gelmiş” göz nakli ameliyatı olmak için geri dönemem gerekiyor. İlginç şekilde bu konuyu yazarken muavine derdimi anlatamıyorum, komik değil mi?
Daha komik birşey söyleyim, gözlerimde ki görme kaybı olduğundan beri (1.5 senedir) enteresan şekilde sürekli ve çok sık sekilde karşıma yaşlı amca ve teyzeler çıkıp “Oğlum şu yazıyı okur musun? Gözlerim görmüyor” diyorlar. “Efendim bende göremiyorum, durumum da şu” cevabını verince dönüp arkasını gidiyorlar. Ne anladıklarını çok merak ediyorum, yalan söylediğimi mi düşünüyorlar? Başımdan saydığımı mı sanıyorlar? Benden daha iyi gördüklerini malum, ben onların simalarını ayırt edemiyorum seslerinden anlıyorum. Ayrıca Bu yazıları nasıl yazdığımı söylemiştim önceki yazımda, engelliler için güzel araçlar var. Sesle yazmak, otomatik düzeltme, büyüteç, yazıları büyültme vb.. son olarak hataları düzeltmeleri için tanıdıklarımdan yardım alıyorum sağolsunlar.
En kötü durumu söyleyim mi? Derdinizi anlamayanlar hatta alaya alanlar! Çevremde durumumu az çok biliyor arkadaşlarım, yürürken ayaklarımı dahi bulanık görüyorum, ayırt etmem zor. Buna rağmen dalga geçer gibi (otobüs, tramvay beklerken) “kaç numara geliyor gözüm görmüyor, baksana” diyorlar bana. Bunu diyenler 0.25 miyop, yani dinlendirici diye tabir edilen gözlükler. Anlatamıyorsun ki! Hastanelerde makinalar gözümü ölçerken hata veriyor, gözümün göz olduğunu anlamıyor. 3-5 defa tekrarlanıyor testler, her seferinde farklı sonuçlar. 18 derece, 25 derece… İnsanlara laf anlatmaya çalışmak gerçekten zor.
Durumunu anlatacak kelimeleri bulmak çok daha zor. Görme engelli deyince, tamamen kör sanıyorlar (halimize şükürler olsun). Az görüyorum dersen, dinlendirici takınca geçecek birşey sanıyorlar. Görme kaybım var deyince, zifiri karanlık görüyorum sanıyorlar. insanların algıları hep uç noktalarda “Ya tam körsün, ya da sapasağlam” algısını yıkmak mümkün değil. Derdini anlatmak gerçekten güç. Telefonlarınızda engelliler için erişebilirlik ayarları var. Oradan bütün yazıları en büyük fonta getirebilirsiniz. Ayrıca yakınlaştırma araçları, büyüteç vb.. bunları kullandığım halde zar zor bulanık gördüğüm telefon yazılarını, mantıksal olarak çözüp okumaya çalışıyorum. Bunu dışarıdan gören bir insan için artık anlattığım herşey boş! “Hani görmüyordun” diye bir tepki alıyorum. Dinleyecek kadar fırsat vermiyorlar bile. İstiyorlar ki, gözün görmüyorsa herşeyi bırak, hiç birşeyi görmeye uğraşma, ölü gibi yaşa, resim, video, yazıları anlamaya çalışma… Karşılarında bitik bir insan görmek istiyorlar. Sizi anladığını söyleyen insanlar bile, sizden yapmanız mümkün olmayan şeyler istiyorlar. “Tamam görmüyorsun ama şu yazıyı oku” demek nasıl bir çelişki anlamıyorum. Bedeni sağlıklı insanlar, engeli olanlara neden böyle yaklaşıyorlar? Sağlıklı olduğum zaman bunların farkında değildim evet, ama hiç bir zaman böyle duyarsız olmadım şükür.
Yazıyı uzatmak istemiyorum. Daha birkaç ay önce güz döneminde formasyon hocamın yanına gitmiştim. Bütün hocalarımı durumum konusunda bilgilendirmem gerekiyordu ki sınav kağıtlarındaki yazıları büyütsünler, yanıma yardımcı versinler. Yoksa okumam mümkün değil. Koskoca akademisyen hocamız bana şunu dedi “Madem gözün görmüyor okulu bıraksana, ya da dondur ne işin var burda. Ya devamsızlıktan ya başarısızlıktan kalırsın.” Tabi şaşırdım İlahiyat fakültesinde, bayan akademisyen, eğitim hocamız… yani duyarlı olması için 3 sebep var. Evet eğitimci, yani öğretmen yetiştiriyor. Geleceğin öğretmenlerine, engelli veya ihtiyaç sahibi öğrencilerine nasıl yardımcı olmaları gerektiğini anlatıyor(!) Komik değil mi? Dedim ki “Hocam nakil bekliyorum, evde oturmamla burada olmam arasında bir fark yok. Elimden gelecek birşey yok. Sadece her hafta muayeneye gitmem lazım. Dinleyerek çalışırım inşallah”. Hocanın demek istediğini dönem bitince anladım tabi. İstiyorlar ki sürünelim. Devamsızlık sınırını aşmadım, notları da uygulamalı ödeve göre verdi hocamız. Grup ödevi olmasına rağmen, yani her gruba, grup puanı vermesine rağmen benimki öyle olmadı. Sınıftaki en düşük notu bana verdi kendileri, grup arkadaşlarımdan farklı olarak. Oysa ödevi değerlendirirken beğendiğini söylemişti. Demek ki hoca bana ders vermek istemiş, okulu bırak derken seni bırakırım demek istemiş. Başka bir açıklaması yok. Ah işte derdini anlatabilmek…
İnsanın moralini, psikolojisini bozacak bir çok deneyim biriktirdim fakat hoş bir örnekle bitirelim. Hayatımda 2. kez uçağa binecektim geçenlerde. Tecrübeli değildim ve önceki bindiğimde gözlerim görüyordu. Esenboğa’ya girer girmez farkettim ki hiç birşey görmüyorum. Hele o yüksek ışıklardan dolayı önümde birşey var mı yok mu onu dahi farkedemiyorum. Uzunca bir kuyruk ve ucunda herkese ağız dolusu bağıran bir güvenlik. Bazı eşyaları ayrı geçmek gerekiyormuş, ben de göremediğim için valizimi düzenleyemiyorum. Güvenliğin yanına yaklaşınca yardım isterim diye düşündüm. Sıra bana geldiğinde dalga geçer bir üslupla ben iki saattir ne diyorum dedi. Herkesin içinde dalga geçer gibi bir üslupla bağırıyor. İnsanlığımı bozmadım tabi. Dedim ki “görme engelim var, yardımcı olur musunuz?” 5 kere söylemem gerekti çünkü arkadan gelen insanlara bağırmakla meşguldü kendisi, duymadı. Dediğimi duyduğu anda sesi değişti ve etrafa çaktırmamak için olsa gerek kulağıma fısıldayarak “Tamam yardımcı olayım” dedi. Ondan sonra tam 11 görevli sırayla ilgilendi benimle. Havaalanlarında engellilere özel muamele olduğunu o zaman öğrendim. Ticari bir yardım olsa da insanlık ölmemiş dedim açıkçası. Yolculara misafir diyorlar, engellilere de lakaplar takmışlar, ingilizce engelleriyle hitap ediyorlar. Bana “Blind” (İngilizce “Kör”) diye hitap ediyorlardı, öyle etiketliyorlarmış. Girişten uçağa, uçaktan çıkışa kadar tam 11 personel sırayla kolumdan tutarak götürdüler. Açıkçası olmasalardı bir adım yol gidemezdim, o uzun havaalanı koridorlarında. Personel gelmeyince kendim çıktım uçaktan (gelmiş beni bulamamış) arkadan bir yolcu amca, durumumu duymuş ve duvardan tutunarak yürüyen beni görünce, yardımcı olmak için koluma girdi. Bir bebeğe yeni yürümeyi öğreten ailesi gibi, ben düşmeyim diye kolumdan öyle bir sıkıyor ki, kendi ayağı takılıp düşecek oldu kaç sefer 🙂 Allah ondan da razı olsun.
Bu yazıyı biraz günlüğe çevirdim üzgünüm. İnsan canı yanınca göstermek istiyor,anlaşılmak istiyor, böyle bir genimiz vardır belki de. En mutsuz, en hüzünlü, en acı anınızda gidip eğlenen, kutlama yapan insanları izlemeyi deneyin dışardan. İnsan kabullenemiyor ki, ben acı çekerken onlar nasıl eğleniyor? Dünya işte… En kötüsü, sizin acılarınızla eğlenen insanlar, acınızı paylaştığınız insanların sizi kaileye dahi almaması, dinlememesi… Evet keşke herkes, her zaman mutlu olsa, sağlıklı olsa, zengin olsa…
Derdinizi anlatmak istiyorsanız önce başkalarının dertlerini dinlemeye alıştırın kendinizi. Sizin önemsemediğiniz insanlar sizi asla önemsemez. Size acı bir örnek, 1 buçuk sene önce belki sizin gibi normal görüyordum. Ne olacağımız belli değil, bize ne olacağı hiç belli değil. İnsanları anlamak için kulaklarınızı onlara çevirmeniz yeterli. Sizin görmezden geldiğiniz her birey, öfkeli bir toplum oluşması için attığınız adımdan başka bir şey değil.
Okumayı deneyin, yazmaya çalışın. Yazmanın en büyük avantajı ne biliyor musunuz? Siz derdinizi kim dinleyecek, kim anlayacak diye deneme yanılma yaparak psikolojinizi altüst etmiyorsunuz. Eğer sizi önemseyen birileri varsa oturup okuyor kendi isteğiyle, sizi anlamak için. Yüzyüze kısıtlı kelimelerinizle, aceleci insanlara derdinizi anlatmak için bocalamanıza gerek yok. Bu çabanızı, hatta yerle bir olmuş moralinizi düzeltmek için heba ettiğiniz vakti, bir şeyler üretmek, çözüm bulmak için harcayabilirsiniz. Hayatta sizi dinleyen ve derdinizi anlayan insanların var olması duasıyla. Yarın bir sorun çıkmazsa, kornea nakli olacağım biiznillah. Derdimi anlatmama izin verdiğiniz için teşekkürler.
Selametle kalın….